Çetelerin Sarmalına Düşen Çocuklar
Hiç düşündünüz mü, bazı çocuklar neden aile sıcaklığı ve eğitim fırsatları yerine çetelerde aidiyet arıyor? Bu sorunun cevabı, yalnızca büyük şehirlerde değil, kırsal kesimlerde de görülen, hem toplumsal yapıyı hem de güvenliği derinden etkileyen çocuk çetelerinde saklıdır.
Çünkü çocukların organize şekilde yasa dışı faaliyetlere katılması, bireysel güvenlik açısından tehdit oluşturmakla kalmamakta, aynı zamanda toplumsal barışı, eğitim sistemini ve ekonomik kalkınma gibi sosyal dokuyu da olumsuz etkilemektedir. Bu olgunun arkasında çok boyutlu nedenler, yapısal sorunlar ve uzun vadeli sosyal etkiler bulunmaktadır. TÜİK’in 2024 verilerine göre güvenlik birimlerinde kayda geçen çocuk vaka sayısı 612.651 olmuştur. Bu olaylarda çocukların 279.620’si mağdur, 202.785’i ise suç işleyen olarak kayıtlara geçmiştir. Suç işleyen çocukların %40,4’ü yaralama, %16,6’sı hırsızlık, %8,2’si uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak, satmak ya da satın almak, %4,6’sı tehdit, %4,2’si genel tehlike oluşturan suçlar, %26’sı ise diğer suçlar ile ilişkilendirilmiştir.
Bu tablo, durumun vahametini açıkça ortaya koymaktadır. Araştırmalar, gençleri suça iten birçok unsur olduğunu göstermektedir. Yoksulluk, işsizlik, aile ilgisizliği, boşanmalar, arkadaş baskısı, eğitimde başarısızlık, okulu bırakma, şiddet ve suçun cazibesi, yasal boşluklar gibi faktörler çocukların yasa dışı gruplara yönelmesinde etkili olmaktadır. Özellikle yoksulluk ve işsizlik, çeteleşme sürecinde en kritik faktörlerden biridir. Maddi imkânsızlıklar nedeniyle temel ihtiyaçlarını karşılayamayan çocuklar, geleceğe dair umutlarını kaybederek çaresizlik duygusu ile yasa dışı yollara yönelmektedir. İşsizlik oranının yüksek olduğu toplumlarda gençler, meşru yollardan gelir elde edemediklerinde çetelere katılarak aidiyet, güç ve kazanç aramaktadır. Çeteler ise bu durumu fırsata çevirerek gençlere para, koruma ve statü vaat etmekte, onları bu şekilde sisteme dâhil etmektedir.
Aile yapısındaki bozulmalar da çocukların çeteleşme sürecinde belirleyici bir rol oynamaktadır. Parçalanmış veya ilgisiz ailelerde büyüyen çocuklar, güven duygusunu kazanamamakta ve sağlıklı rol modellerden mahrum kalmaktadır. Anne-baba ilgisinden uzak, sevgisiz büyüyen çocuklar, değer görme ihtiyacını başka alanlarda aramakta ve çoğu zaman yanlış yönlendirmelere açık hale gelmektedir. Bu noktada çeteler, çocuklara bir “alternatif aile” sunarak onların aidiyet arayışını istismar etmektedir. Arkadaş baskısı ve eğitim sistemindeki başarısızlık da gençleri suça yönelten önemli etkenlerdir. Çocuklar, akranları arasında kabul görmek ve dışlanmamak için çeteleşmiş gruplara katılabilmekte, bu da aidiyet arayışlarını pekiştirmektedir. Eğitimde başarısızlık yaşayan ve okuldan uzaklaşan gençler ise yasa dışı faaliyetlere daha açık hale gelmektedir. Özellikle okuldan kopma süreci, çocukları hem denetimsiz bırakmakta hem de statü ve özgüven arayışlarını farklı mecralara kaydırmaktadır. Şiddet ve suçun cazip bir şekilde sunulması, çeteleşmenin kültürel boyutunu güçlendirmektedir.
Otoriteye karşı gelme isteği, güç kazanma arzusu ve korku yolu ile saygı görme düşüncesi, gençleri suç örgütlerine katılmaya teşvik etmektedir. Medyada ve sokak kültüründe şiddetin bir güç göstergesi olarak sunulması, çocukların bu davranış biçimini benimsemesini kolaylaştırmaktadır. Yasa dışı yollarla para kazanma ve toplumda görünür olma isteği ise süreci daha da cazip kılmaktadır. Çeteleşmenin sebepleri çok boyutlu olduğundan çözümü de bütüncül bir yaklaşım gerektirmektedir. Yoksulluk ve işsizlik ile mücadele için ailelerin ekonomik sorunlarını hafifletecek sosyal destek programları geliştirilmeli, istihdam olanakları artırılmalı ve dezavantajlı bölgelerdeki çocuklara burs ile eğitim fırsatları sunulmalıdır. Aile danışmanlığı, psikososyal destek ve ebeveyn eğitimleri yaygınlaştırılarak parçalanmış veya ilgisiz ailelerde büyüyen çocukların duygusal ihtiyaçları karşılanmalıdır.
Eğitimde başarısız öğrencilere yönelik destek programları, rehberlik hizmetleri ve mesleki eğitim fırsatları ile okulu bırakmalarının önüne geçilmelidir. Ayrıca spor, sanat ve kültürel etkinliklerle gençlere alternatif alanlar sunulmalı, arkadaş baskısına karşı özgüvenlerini geliştirecek sosyal projeler hayata geçirilmelidir. Çeteleşmenin cazibesini kırmak için şiddeti yücelten medya içerikleri yerine barışçıl, yapıcı ve başarı odaklı rol modeller öne çıkarılmalıdır. Yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları ve okulların iş birliğiyle güvenli sosyal alanlar oluşturulmalı, gençlere umut verici fırsatlar sunulmalıdır. Böylece bireysel ve toplumsal düzeyde güçlendirilmiş bir destek ağı kurularak çocukların yasa dışı gruplara yönelmesi engellenmelidir. Bununla birlikte hukuki boşluklar da çeteleşmeyi kolaylaştırmaktadır. Çocukların suça sürüklenmesiyle ilgili caydırıcılığın zayıf olması, onları çetelerin hedefi haline getirmektedir.
Özellikle cezai sorumluluk yaşının altındaki çocukların işledikleri suçların ağır yaptırımlarla karşılanmaması, çete liderlerinin onları kullanmasına zemin hazırlamaktadır. Bu nedenle hukuki boşluklar, çocukların korunmasından çok çetelerin işine yaramakta ve çeteleşmenin yayılmasına katkı sunmaktadır. Sonuç olarak, çete kültürü toplumsal güven duygusunu zayıflatmakta, mahalle ve okul gibi sosyal alanlarda korku ve güvensizlik yaratmaktadır. Bu durum yalnızca çete üyelerini değil, aileleri ve çevredeki diğer çocukları da etkileyerek toplumda sosyal ayrışmayı ve çatışmayı derinleştirmekte, hem toplumsal refahı hem de sosyal yapıyı bozmaktadır. Bu yüzden çocuk çeteleri bireysel tercih olarak görülmemeli, derin yapısal nedenlere dayandığı iyi anlaşılmalıdır. Dolayısıyla çözüm için yalnızca bireyi değil, aileyi, okulu, toplumu ve devlet politikalarını kapsayan bütüncül bir yaklaşım benimsenmelidir.
Gençlerin kimliklerini şiddet ve suç üzerinden değil, eğitim, sanat, spor ve başarı gibi alanlar üzerinden kazanmaları sağlanmalıdır. Unutulmamalıdır ki, gençliğine sahip çıkamayan bir toplum, geleceğini aydınlatamaz, geçmişin gölgesinde umudunu yitirerek yalnızca karanlığını büyütmeye devam edecektir…
Ana Sayfaya Dön